Tuesday, October 20, 2009

YARATICI EVRİM VE ADEM MESELESİ


Bahaeddin Saglam'in Tempo Dergisi ile yaptigi soylesidir.


Kitaplarınızda okuduğum kadarıyla siz evrime inanıyor ve dinle bağdaştırıyorsunuz?

Evet. Tekamül (Evrim) görüşü, türlerin yaratılması inancına aykırı değildir. Bugün evrim artık nazariye olmaktan çıkmıştır. Dini kitaplara aykırı da değildir, bilimsel bir meseledir.Ben 200’e yakın fennî ve dinî delil gösterebilirim. Bilakis böylece Allah sisteminin ekonomik işleyişini, sanatını ve gücünü gösterir. Kainat mana üretmek için yaratılmış; bu da ancak evrim fiiliyle mümkündür. Evrim hiçbir şeyin birden bire olmaması demektir. Hayatın en büyük karakteri yavaş yavaş olmasıdır. Yaratılıştaki evrime dikkat edersek, bunun bir plan ve program olduğunu anlarız. Mesela, benim avucumda bir yumurta, kırk sene kalsa civciv olamaz. Fakat Allah’ın bir avucu olan ekolojik ortamda saniyede kırk milyon civciv çıkıyor. Hocalar ikisini birbirine karıştırmamalı.


Ancak ispatlanmış olsaydı teori denmezdi. Hala ispatlanmamış bir kuram bu. Aksi halde hala tartışılmazdı. Üstelik evrim lehine getirilen deliller kadar aleyhine de hala pek çok delil var. Sadece teorik olarak, salt aklen veya mantıken mümkün görünüyor? Olgularla doğrulanmış değil? Bu teoriyi şimdiki haliyle kabul etmek bilimsel bir yaklaşım değil, olsa olsa bir inançtır.

Bence Evrim “iki kere ikinin dört etmesi” gibi kesindir. Bir şeyin var olabilmesi için evrim sürecinden geçmesi lazım. Evrim sürecinden geçmeyen hiçbir maddi varlık yoktur. Bir de varlık Diyalektik sürece muhtaçtır. Gelişme ve evrim zıtların birlikte deviniminden ortaya çıkar. Sistemin kuralıdır bu. Bugün yerinde sayan hiçbir hücre, hiçbir atom , hiçbir varlık yok. Evrime göre bir şey sürekli yenilenir. Mesela, atomun planı, projesi ilm-i ilahiden, enerjisi kudret-i ilahiden gelir. Kudret zaten enerji demek. Sürekli hareket ve gelişme içinde olması da, ilâhi iradeden geliyor. Dinin de temeli irade sıfatıdır ki, insan ancak din ile gerçek âdem olmuştur, evrimini tamamlamıştır. Demek ki, âdemiyet bu gelişme ve kalkınma sürecinin tümü demektir. Her şey sürekli yenilenme ve gelişme halindeyken ve her şey sürekli başka bir şeye dönüşmekteyken, canlılar için de bu geçerlidir. Her şey giderek mükemmele doğru gidiyor. Karşı çıkanlar dini duygularını koruma psikozu içindedirler. Veya hastadırlar, veya siyasi amaçları elvermiyor. Bugün İslam Aleminde bir problem var. Bir yanda Kur’an’ın açıklanması gereken iki binin üzerinde müteşâbih ayeti var; öte yanda bilime dayanarak bunlara yorum getirilmiyor. Böyle olunca hurafeler kendilerine yer buluyorlar. İslam Alemi evrimleşmekten geri kalıyor. Evet, İslam Alemi, bilimi İslam’ın ilk yüzyıllarındaki gibi yakalarsa, uyanışa geçer. Demek din ve bilim temeli üzerine bir edebiyat basamağı kurmak lazım ki, gerçek adem olalım. Anarşizmden, manevi yamyamlıktan kurtulalım.


Kur’an ve Hadis’te biyolojik evrime dayanak olabilecek ifadeler var mı?

Bir hadis “Yüz bin Ademin yaratılmış olduğundan” bahseder. Ki, Milliyet Gazetesinde yedi sene önce bilimsel bir araştırma sonucu olarak, bu sayı aynen yayınlandı. Taberi tefsirinde de “Adem buz dağından indi” diye rivayet var.Yani medeniyet buzul çağından sonra kurulmuştur, demektir. Yoksa biyolojik bir anlatım değildir.

Kur’an bireysel bir olay anlatır ama geneli anlatır. Muhataplarına göre anlatır Kur’an. İslam alimleri Kur’an’da anlatılan bütün kıssalar için şunu derler “ Birer külli kanunun ucudurlar”. Yani onlardan yola çıkarak evrensel kanunları öğrenin! Kur’an, işi somut olarak anlatır çünkü çağların çoğu ve insanların çoğu, soyut kavramları idrak etmekten yoksundurlar.

Evrimi kabul eden ya da açık kapı bırakan İslam alimleri var mı?

Tekamül kelime kipi olarak kendi kendine gelişme demek. Evrimle aynı manayı karşılıyor bugün. Osmanlı Batıdan bilimi 1850’lerden sonra almaya başladı. Bediüzzaman, Filibeli Ahmet Hilmi gibiler bilimi alalım, yanlışları ayıklayalım dediler. O zamanlar Pozitivizm hakim olduğu için bu konularda çekingenlik olmuş. Bediüzzaman, Filibeli Ahmet Hilmi, Elmalılı da bir ihtimal evrimi kabul etmiş. Ben aynı çözümü İbn Arabi, Mevlana, Şeriati ve İkbal’de de görüyorum. Ahmet Hilmi demiş “ evrim vardır ve bu sürecin tetiklenmesi için bütün atomların haberleşmesi gerekir”. Ki bugün kuantum fiziği bunu isbat ediyor. Nazzam, Cahız, İbn Tufeyl, İbn Haldun gibi eski alimlerde de evrim kabulü var; ama o zamanın biyolojisi, kimyası bugünkü gibi değildi. Bugün ekoloji ve kuantum fiziği bu noktayı tespit etti. Bu konuya değinen bir çok ayet vardır. “ Herşeyi tedricen, yavaş yavaş yaptık”, “sanatla, özene bezene yaptık” mealinde bir çok ayet var.

Müslüman yazarlar Hicri 80. senede evrim meselesini çözdüler. Cahız bahsediyor evrimden. Başta Mutezile imamları Afrika’da gözlemler yaptılar ve evrime hükmettiler. Sonra İslam aleminde bilimsel gelişmenin önü kesilmiş. Ademiyeti Mevlana biliyor ama bazılarının imanını kaybetmesinden korktuğu için meseleyi fazla açmamış. Bediüzzaman da her şeyi fazla açmamış, sınırlı vermiş; ama şöyle diyor 28. Mektup’ta “ Beşerin başı vahşidir” ve 8. Söz’de “ Hayat ağacı bir tanedir , her tür bir daldır”, 16. Sözde de diyor ki ”her şey evrimleşerek yaratılmış”; Mesnevi’de de “ İnsanlık hayvanlıktan terakki ederek Adem oldu” diyor. Filibeli Ahmet Hilmi’de de var bu görüş. Âmâk-ı Hayal kitabına bakabilirsiniz.


Dinin ışığında bakarsak biyolojik evrim basit ilk canlıdan insana doğru mu oldu? Yoksa her tür kendi içinde mi evrildi? Nasıl gerçekleşti evrim? Yani biz bir zamanlar balıktan kurbağaya oradan kertenkeleye ve maymundan insana mı dönüştük?

Hayat ağacı deyimi vardır dini terminolojide. Hayat ağacı tüm hayatı ve canlıları temsil eder. Bediüzzaman ve Filibeli kabul etmiyor türden türe geçişi. Bunda alt türler var. Bir de üst türler var. Tıpkı bir ağacın kökten çıkıp dallara yarılması ve o dallarında küçük dallara ayrılması gibi canlılar kök türlerden geliyor ve ayrılıyor. Biz mesela maymundan gelmedik. Alt tür olarak ortak bir atamız var. Onlar ayrı, biz ayrı geliştik. Bu materyalistlerin dediği gibi tesadüfle olmuş bir şey değil. Bu Allah tarafından programlanmış bir yazılım, her aşaması O’nun programı dahilinde gerçekleşmiş bir tekamül bir program!


İlahiyatçılar Ademiyet ve Evrim meselesine neden bu kadar kapalı?

Ankara İlahiyat Evrimi biliyor, Ademiyeti bilmiyor. İstanbul ise Ortaçağ anlayışını esas alıyor. Batılı ve İslam aleminden bazı yazarlar Evrimi kabul etti. İlahiyatçılar samimi insanlar; ama bu gibi konularda çıkmazdalar. Sebebi, Ehl-i Rey ve Ehl-i Rivayet arasındaki mücadeleyi Ehl-i Rivayet alimlerinin kazanmasıdır. Esas olarak aklı ve Kur’an’ı esas alan Ehl-i Rey anlayışına karşı rivayeti esas alan anlayışın hakim olmasıdır. Bu ekoller hala bir mücadele içinde. Tefsirlere de rivayetler yansıyor bu durumda; akıl ve yeni çıkarımlar bastırılmış oluyor. Halbuki bizde Ehl-i Rey ekolünden olan Hanefilik yaygın olmasına rağmen, Ehl-i Rivayet olan Şafii anlayışı hakim gözüküyor.Tefsirlerde de meallerde de…Onun için Türkiye kültürel gizli bir anarşi yaşıyor.


İslam dünyasında Evrimi ileri sürenler din alimleri değil, sadece değişik branşlarda Müslüman alimler?

Ama öbürleri de reddetmediler, hep okudular. Sadece tevilini bilemedikleri Kur’an ifadelerini bu şekilde yorumlamaya yanaşmayıp, bu işi zamana bıraktılar.


Evrim Teorisi’ni kabul etseniz de etmeseniz de mantıken materyalistlerin kullandıkları gibi bir Allah’ın varlığı ve yaratışı inancına zarar verebilecek bir şey değil. Buna rağmen Müslümanlar bu teoriye neden ısrarla karşı çıkıyorlar? Zaten tesadüf bilimle de açıklanacak bir şey değil. Müslüman alimler buradaki mantık oyununu göremediler mi, dince nasıl bir sakıncası olabilir bunun?

Darwin tesadüfçü değildi ama tesadüf fikrine kapı açtı. Darwin aslında tam dinsiz değil, agnostiktir. Ancak dinsizler, materyalistler tarafından suistimal edilmiştir. Darwinle beraber kilise evrim teorisiyle darbe yiyor. Bazı Hıristiyanların yobazlığı sebebiyle materyalist evrimcilerin görüşü güç kazanıyor. Kilise darbe yiyince Kur’an’a da etki eder diye evrime karşı cephe alıyor Müslümanlar. Evrim teorisi Tevrat’ta, Kur’an’dan daha fazla açıktır.

Aslında evrimi reddetmenin İslam’a zararı oldu. Fikir olarak insanlar bölünmüş oldu. Din bir tavır alınca, bunu makul bulmayanlar da dine karşı tavır aldılar. Dindarlar yaratılışın evrimle gerçekleştiğini kabul etselerdi, materyalist evrimcilerin tesadüfe dayanan zırvalarına kulak asılmayacaktı. Bunun faturası da ağır oldu. Yetmiş üniversitemiz var, çoğunun eğitim kadrosu ateist oldu. Bugün Amerikan halkı, Türkiye, Irak, Afganistan diye bir ülke bilmiyor. Daima bu meseleyi tartışıyorlar. Yani Kitab-ı Mukaddes’e mi inanacağız, evrime mi, inanacağız diye tartışıyorlar. Demek küresel en büyük sorun, bu ademiyet ile evrim bilgisini anlatmak, birbirine zıt olmadığını ispatlamak ve insanlığı din yüzünden gerçekleşen bir kaostan kurtarmaktır.

Bence sorunun aslı, evrimin varlığından ziyade tesadüf ile mi bilinç ile mi yaratılmanın anlaşılması savaşıdır. Hemen hatırlatalım ki, bugün artık “parça” kelimesi geçerli bir kelime değil. Çünkü her şey bir yazılımdır, bir dosyadır ve saf bilinçtir. Kainattaki tabiat kanunları ise, düzenin sağlanması ve değerlerin oturması içindir. Yoksa en sabit bir değer olan atomun altı ve hareketi daima bilinç ifade ediyor. Ve bunlar birbirine zıt da değil. Yani evrim yasadır, ademiyet ise bir bilinçtir, bu da kainattaki evrensel diyalektiğin bir gereğidir ki, Kur’an’ın yüzde atmışı bu diyalektiği anlatır.


O zaman cansız elementlerden cenine oradan da bebek olarak doğumuna kadar insanın geçirdiği gelişim sürecinde aldığı çeşitli haller insanoğlunun hayvanlıktan ayrıldığı biyolojik evriminden çeşitli safhaları mı gösteriyor?

Evet. İnsanlık diğer canlılarla olan ortak kökeninden ayrıldıktan sonra insanlaşması başladı. Bu 9 milyon sene kadar sürdü. Eski değişimler her milyon sene de bir olurken, sonra hızlandı. Bilime göre bütün varlık ve insanlığın geçirdiği süreçler beyinde kayıtlıdır. İnsan ve diğer türler; embriyolarının geçirdiği bütün safhalarını, tür olarak kendi evrim süreçlerinde geçirmişler. Embriyonun safhaları, uzun bir dönem içinde yaratılan türün geçmişinin tekrarıdır aslında. Cansız maddeden bitkiye, oradan anne karnındaki 360 değişik forma kadar türlü değişimleri insanlık türü yaşamıştır. Ancak bu gelişme kendi içinde olmuş, yani başka türden yatay gelişerek değil.


Yartılıştaki evrimin hedefi, hikmeti ne olabilir?

Bütün psikolojik ve fizyolojik tatlar, tatminler hayatın biraz daha mükemmele ermesi, mükemmellikten hissesini alması içindir. Canlıların genetik yapılarında ve beyinlerinde mükemmelleşmek üzere programlar yerleştirilmiştir. Bu programların nihai hedefi soyut kemâlat olan Allah’ın isimlerini idrak etmek, O’nun sistemiyle entegre olmak, o sayede ebedileşip gerçek kemâle ermektir.


Evrim sorunu anlaşılınca, esas meselenin Adem veya Ademiyet olduğunu söylüyorsunuz. Bunun insanlığı ve yaratılışı anlamak için kilit bir kavram olduğunu söylüyorsunuz. Nedir bu Adem meselesi?

Evrimi kabul edince Adem meselesi kendiliğinden ortaya çıkıyor. Bütün insanlığı aydınlatacak bir kelimedir “Ademiyet”. Bu kavram anlaşılamadığı için sorunlar çıkıyor. Ademiyet insanlık demek. Aslı İbranice bir kelime. İbranice’de ‘buğday rengi, toprak renkli yaratık’ demek, açıkçası insan demek. Kutsal kitaplarda geçen Adem kavramı insanların bugün düşündükleri şey değildir aslında. Adem kesinlikle bir ‘arketip’tir. İnsanlığın kollektif kişiliğidir. İlahi ve kültürel yapısıdır ki, Kur’an’da “insan bunu ancak dil ve bilim ile elde etmiştir “ ( Bakara, 30) şeklinde geçiyor.


Bu kavramları biraz daha açabilir misiniz?

Adem meselesi yani kollektif şahsiyet bu asırda anlaşılabildi ancak. Jung’un geliştirdiği ‘arketip’ gibi kavramların da bu idrake katkısı oldu. Adem’le ilgili dini literatür insanlık aleminin manevi, kolektif, ruhi şahsiyetiyle ilgilidir. Ehl-i Keşf ‘misal alemi’ ya da ‘gayb alemi’nde peygamber olan, sakalsız, her tür bilgiye ve dile vakıf, 60 zira boyunda misali bir Adem’den bahseder. İşte bu aslında dini metinlerde bahsedilen Adem’in hakikatidir. Yani insanlığın manevi şahsiyetinin ta kendisidir. Başta Buhari olmak üzere hadislerde anlatılan Adem budur işte. Yani fiziki bilgi ile metafizik bilgi karışmış, ortaya hurafe olarak dayatmalar başlamış, bilim ehli de haklı olarak kiliseden ve diyanetten kaçmıştır.


Yani bizim bir kişi olarak bildiğimiz Hz. Adem aslında tek bir insanı ifade etmiyor mu?

Allah insanı ‘kendi suretinde’ yarattı. Yani soyut ve yüce değerleri anlayacak, akıl ve fikre sahip, geçmiş ve gelecek hissine sahip olacak şekilde insanı geliştirdi. Ancak bu mahluk ilk dönemlerinde bir çeşit hayvan gibiydi. İnsanlık uzun bir dönem böyle gitti. Ekolojik denge içinde yerini bulunca insanlık yavaş yavaş gelişerek yeni bir yapılanmaya girdi. Yani maddi ve yatay gelişmeden, manevi ve dikey gelişmeye doğru yönelmeye başladı.


Tevrat birinci babda biyolojik yaratılıştan bahsederken “insan yaratıldı” diyor, ikinci babda insanın yaratılışı anlatılırken ‘Adem’ kelimesini kullanıyor. Kur’an da insanın maddi yaratılışını anlatırken ‘insan ve beşer’ kelimelerini, manevi ve kültürel yönünü anlatırken ‘âdem’ kelimesini kullanır. Yine Adem ismi Tevrat’ta bazen insanlığın tümünü ifade için kullanılıyor. Bazen de insanın biyolojisi için kullanılıyor. Mütercimler bu farkı görünce, birincisinde ‘Adem’i küçük harfle yazmışlar, ikincisinde büyük harfle yazmışlar. Kur’an’da bahsedilen adem ruhani, metafizik ve kollektif bir şahsiyettir ki, hem peygamberdir hem de putperesttir. Çünkü insanlığın kollektif kişiliği hem peygamberliğe sahiptir hem de zaman zaman putperest olmuştur.(Bkz, Kur’an, 7/189-190)


Adem’i böyle anlar ve değerlendirirsek mesajların da anlamı ve içeriği değişiyor, hatta zenginleşiyor.

Adem peygamberdir denilir ama Kur’an da öyle bir ayet yok. Sadece “Adem kelimeler aldı” deniyor ki, insanlığın medenileşirken öğrendiği ilk prensibler manasındadır. Çünkü Arapça’da “kelime” prensib ve yasa manasına geliyor. Aynı tabir Hz. İbrahim için de kullanılmış. Kur’an vahyi 3-4 yerde Nuh’tan başlatıyor. “Biz Nuh’a ve ondan sonrakilere gönderdiğimiz gibi sana da vahiy gönderdik” diyor. Gönderme dediği gökten zembille inmiyor. Hazır bilgiler ve dosyalar var zaten beyinde, tetikleme yöntemiyle bu dosyalar açılıyor. Evet, evrensel manasıyla vahiy zinciri Nuh’tan başlatılıyor. ( Bkz. Nisa, 163)


Yani ilk peygamber Nuh (as) oluyor ve Adem de aslında insanlığın vahye muhatap olmadan önceki halini ifade ediyor?

Adem için peygamber demiyor, şirke girdi diyor Kur’an. Klasik inanca göre peygamber kabul edersek, müşrik olmasını nasıl açıklayacağız.

Adem ‘insanlığın geneli’dir. Aynı zamanda ikinci bir mana ile, “Adem” insanlığın bir dönemki putperest halini ifade eder. İnsan hayvanlardan farklılaşarak Adem olmuş yani soyut kavramları öğrenmiş: eşyayı tanımayı, anlamayı, isimlendirerek tanımlamayı öğrenmiş. Aile ve medeniyet kurmuş. Soyut kavramları anlayarak oradan bugün uzaya tırmandığı evresine kadar gelişmiş.

Halen günümüzde bile o zamanın putperest ve gelişmemiş anlayışında kalan toplulukların izleri vardır, Afrika’da, Avustralya’da, Güney Amerika’da. Buna rağmen insanlığın yüzde doksan dokuzu yüzyirmidört bin peygamber, yüzyirmidört bin evliya ve yüze yakın medeniyet doğurmuştur. İşte “Adem” bu kollektif manada arketip peygamber olarak gözüküyor.

Ademiyet ilk kıvılcımını dille kazanmış. İbn-i Arabi, Bediüzzaman, Mevlana, Ali Şeriati değinirler; Aliya İzettbegoviç de bu meseleyi anlamış. İnsanlar hayvan sürüsü gibi yaşıyordu, vahşet hakimdi. Dil Ademiyetin benzinidir. Teknoloji, din, kültür, sanat, medeniyet dille olur.

Bugün Müslüman alimlerin biyologlarla işbirliği yapıp meseleyi çözmeleri lazım. Kendilerinin de Ademiyet kavramına katkıları gerek. Yoksa anarşizm ve vahşet ve sokakta keyif için öldüren katiller çoğalacak, insanlık kaosa girecektir.Maalesef bugün sokakta ikiyüzbin kelimeye sahip Türkçe, beşyüz kelimeye indi. Bu önemli bir S.O.S sesidir.


Demek putperestlik dediğimiz şey aslında vahşilikten kurtulmaya başlayan insanlar için manevi ve metafizik bir gelişmeyi ifade ediyor.

Mesela ilk insanlar putperestti, dinsizdi gibi kötü nitelemeler yapılır. İbn-i Arabi bu yanlış anlamayı düzeltmiş. Zaten insanlık sürekli evrim ve gelişme geçiriyor. O ilk insanlar insanlığın ulaştığı seviyeyle karşılaştırılınca çocukluk devresi gibidirler, idrakleri çocuk idraki gibidir. Dolayısıyla putperestlik onların ulaştıkları soyut algılama derecesidir. Onlar bundan dolayı cezalandırılmayacaklardır. Ama sen ve ben yani bugünün insanı artık soyut değerleri, sonsuzluğu anlamış, belli bir bilinç seviyesine ulaşmış, teknik ve fende bir noktaya gelmişiz. O zamanın insanları gibi düşünür davranırsak bu kainattaki bilince karşı bir darbedir. Ve Kur’an’ın tabiriyle şirktir, bölücülüktür, sonsuz bilince vurulmuş bir darbedir.


Özetlersek, dinimiz bilimi ve aklı esas alır. Bizim bugün artık Ebu Hanife ekolünü diriltmemiz lazım. Din adamlarından ricamız, metafizik bilgileri fizik bilgilerle karıştırmasınlar, dilin bütün fonksiyonlarını ve yedi bin yıllık tarihini öğrensinler ki, fen ve bilim adamlarına dini hurafe olarak sunmasınlar.


Bilim adamlarından da ricamız; şunun farkına varmalarıdır: Kainat sonsuz bir bilinç ve yazılımdır. Sıfır-bir diyalektiği üzere kuruludur. Kuru bir madde yığını ve tesadüfler yumağı değildir. Din hocaları ve ilahiyatçılar, dinin bilimselliğini bilmeseler de, insan olarak kendileri işe sahip çıksınlar, insanlığı mutlak bir vahşetten kurtarsınlar. Yoksa sosyolojik kurallara göre, hepimizin sonu derin bir kaos olacak. Bir manada sosyolojik bir kıyamet kopacak. Zaten ekolojik kıyametin sinyallerini alıyoruz. Ve son olarak, bilim adamlarından, Ontoloji ilminde şu kelimeleri silmelerini istiyoruz: “Parça”, “Tıkanma” ve “Belki”.Çünkü bunlar artık bilim adamlarına yakışmayacak kelimelerdir. Kainatın doğasında bu kelimelerin yeri yoktur. İlahiyatçılar Ortaçağ kültüründe takıldıkları için bu kelimeleri kullansa da bilim ve fen ehli kullanmamalıdır. 18, 19 ve 20. asrın yarısına kadar bunları kullanma hakları vardı. Bilgi çağından ve sibernetik sistemin anlaşılmasından sonra bu kelimelere yer kalmadı.


Mutlu ve evrensel bir medeniyetin kurulması dileğiyle…


No comments:

Post a Comment